Önceki yazıda mekan-özne ilişkisi üzerinde durmuş, öznenin içinde bulunduğu mekana karşı direncini işlemiştik. Bu yazı ise şairin, etkisi her bölümde hissedilen, hem kalıplaşmış diyebileceğim hem de sürekli kendini doğuran ve yenilenen imgeleri hakkında olacak. Birinci bölümden de örnekler vermiştik. Diğer üç bölümden örneklerle şairin poetikasının oluşumunda imgelerin etkisinin sonuçlarını arayacağız. “Em lekeyên hubrê ne”, “Ji dûr dûrtir”, “Nefetisîn em bûn av” bölümlerinde toplamda üç yüz doksan beş şiir okuyoruz. Kitabın ilk bölümünde olduğu gibi diğer üç bölümdeki şiirler de dizeler de kısa. Kitabın son bölümünde okuyacağımız dizelerin bükülmüş olduğunu, diğer bölümlerden bu yönüyle ayrıştığını rahatlıkla dile getirebiliriz. İmge nedir, nasıl oluşur, oluşum sürecinde yüklendiği anlam neye karşılık gelir gibi sorularla sık sık karşılaşırız. Bu faydalı tartışmalar şüphesiz meseleyi canlı ve dinamik tutmaya devam ediyor; bu içerikte makaleler, kitaplar, eleştiriler yazılıyor. Mizgîn Ronak’ın şiirinde sıklıkla kullandığı tek bir imgenin kullanıldıkça daha da güçlenen yapısı göstermektedir ki, hem şairin bu tercihinde ortaya çıkabilecek handikapları ustalıkla bertaraf etmiş hem de şiirin omurgasını oluşturan, yükünü sırtlanan bu imgeyle cesaretini ve özgüvenini dizelerine yansıtmıştır. Sürekli kullanılan her şey ister istemez aşınır, bozulur hatta değerini kaybeder. Bu anlamda şiirde sıklıkla kullanılan imgelerin bir süre sonra klişeye dönüşmesi de kaçınılmaz olur.
İmgemiz “kiras/fistan/entari”. Kelime günlük hayatta sıklıkla kullanmakla birlikte, Kürt Edebiyatının tüm şubelerinde güncelliğini koruduğunu da belirtelim. Bu bağlamda şairin başlangıç için zor, her an kendini imha edebilecek bir imajla yola çıkması, okurda bir önyargının da oluşmasına neden olabilecek riskli bir alana girdiğini gösteriyor. Kiras imgesi kadar sıklıkla başvurulan şu üç imge “gül”, “saç”, “göz” -dünya edebiyatında her dem popüler olan- giderek erozyona uğramış ve günümüzde neredeyse anlamını yitirmiştir. Ancak görüyoruz ki kiras imgesi anlamını korumuş, kullanımındaki süreklilik imgenin gücünü artırmış, büyüyüp gelişmesine önayak olmuştur.
Kiras imgesi Kürt şiirinde ve edebiyatında başlı başına tartışılması ve değerlendirilmesi gereken bir imajdır. Sevinci, kederi, umudu, başarısızlığı ve sıkışmışlığı anlatan geniş yelpazeli imgemiz bir başka açıdan kurtarıcıdır da. Rüştünü ispatlamış bir imge var karşımızda. Düşüşe değil de yükselişe gözünü dikmiş bir kelime. Arkasından konuşturmasını bilen, sık sık değerlendirilen, yorumlanan bir efsaneye dönüşmesi kaçınılmazdır. Dört bir taraftan alınıp lime lime edilen bir imgenin ölüşünü düşünmek bile saf dilliliktir. Şairlerimiz ve yazarlarımız da “kiras” imgesini o kadar işlemişler ki tükenmeyen bir maden gibi sürekli dışarıya taşıyarak artık önü tutulamaz bir akıntıya dönüşmesinin izlerini birçok edebi eserde görmek mümkün. Şüphesiz her başarının arkasında yatan bir enkazın olduğu su götürmez. İmgemizin arkasında bıraktığı enkazın da farkında olmak gerek. Kim bilir belki görünen enkazın üstü yine aynı imgeyle örtülmüştür. Yaşamın içinden adeta bir parçamız gibi duruyor. Saklamak, örtmek için arayıp bulamayacağın som altın misali.
Şair bir şeyleri -hasret, umut, aşk vs.- içtenlikle büküp kırmasını, yaratmasını, saklayarak süsleme arzusunun imdadına yetişmesini izlediğimiz şiirlerinden bazı dizeler okuyalım: “kendisine yalnızlıktan yeni bir entari-fistan diktiriyor/yalnızlık sadece sana yakışıyor”, “kendim için bir fistan dikiyorum/serseri güllerden ve altından bir fistan”, “akşamleyin kurumuş reyhan geldi/serçelerin fistanını giyeyim”, “çocukluğumuzdur bulutlu fistanlar/dikiyorum rüzgârla/(…)/parmaklarımdan iğnelerle/çocukluğumuzun fistanıdır”, “fistanımız bulutlardan daha uzun/gömleğinde kardan beyaz”, “mercan gibi bir kahve fincanla gel/fistanın sudan olsun”, “her zamanki gibi bir sabah/günün fistanı üzerimizde”. Okuduğumuz dizelerden pek çok örneğimiz kitapta mevcut. Bağ bahçe, çiçekler, pınarlar, akarsular, gece ve gündüz, kahve ve fincan gibi imgelerin başat imge olan ‘kiras’ı beslediğini görüyoruz. Şair şiirin içinden var, buna mukabelen de itici güç kendisi oluyor.
Varlığını tartışmaya açıyor bazı dizelerinde ve bunu okurla yapıyor. Kapılarını ardına kadar açmasa da üslubunun verdiği açıklık ve sadelik okuru kendi alanına çekmesine yardımcı oluyor. Kibir yok, üsten konuşma yok. Lakin mesafeyi koruyan tutumu da gözlerden kaçmıyor. Tartışmaya açtığı varlığını yine kendisiyle bir hesaplaşma olarak imlemesi bize duygu dökümünün yanında aklın süzgecinden geçen dizelerin yerli yerine oturuşunu göstermesi bakımından önemli. Halpirsin/hal-hatır şiirinde satırlarına gizlenmiş bir sesin yan yana getirdiği biribirini kıyaslama ile birlikte muhakeme kapılarını okuru açıyor, davet ediyor. Bununla birlikte üslubun inceliğine, dinamikliğine de vardırıyor okuru. Yine “zarok/çocuk” şiiri hesaplaşma şiiridir. Kendi benliğinin karşısına dikilen bir şiirdir. Malumunuzdur ki sanat dalları özneler için, okuyanlar için, dinleyen seyredenler için içe dönüşün ilk adımı ya da el aynasıdır. Zarok şiiri buna biçilmiş bir kaftan gibidir, göstergedir ve üstüne üstelik akıcıdır.
Şiirde anlam sorunsalı, verilenle alınanın arasındaki uçurumun varlığındadır. Mananın temel düzleminde yatan iletişimdir. Şiirsel çizgide anlam ele alındığında anlam, anlatılandan ayrılır-farklılaşır. Mizgîn Ronak şiirinde anlamın/anlatmak istediğinin kodlarını yine metaforla, imgeyle ancak ucu açık çıkarımların önünü keserek, çapak-sız, dikensiz ulaştırıyor muhatabına. Şair eserini ortaya koyduktan sonra kendisinin niyeti ile okuyucunun niyeti arasında oluşacak boşluğa şüphesiz ki göz diken olacaktır, buda derine inme vesilesi olarak tezahür edecek ve o göz dikilen boşluk eseri yeniden yaratacaktır.
Eserin atmosferinden sıyrılan mana: Tutarlıdır. Bu da okur ve yazar arasında kurulan, gönderici / alıcı ilişkisinden ziyade anlam yoluyla kurulan bir iletişim biçimini mümkün kılıyor. Tabi bu yaklaşım hem gönderici hem de alıcı tarafından bir yere kadar korunabilir. Anlam her ikisi için de her düzlemde aynı şekilde korunamayabilir, kaldı ki buna gerek de yok. Zaten bir süre sonra gemlerinden kurtulup, soyut bir boşlukta, omuzlarına olmadık yükleri de bindirip dolaşmasını kim engelleyebilir? Toplumsal, ekonomik, sosyolojik iğneden ipliğe her konu edebiyatın malzemesi olabilir mi? Bal gibi de olur. Her şeyi alıp işleyen yine edebiyat değil mi? Dönem dönem başvurulan, bazı kulvar değişikliklerinde kurtarıcı olan imgelerin sonunda karşılaştıkları perişanlık, aşınma, değer yitimi nasıl ki kaçınılmazsa; aynı şekilde büyümesine, tüm ahengiyle akmasını sağlar.
Bazı ellerde altın çöpe dönerken bazı ellerde çöpün nasıl altına dönüştüğünü imleyişin gücüyle anlıyoruz. Elimizde şairin şiirlerinden çeşit çeşit örneklerimiz var. Bu çeşitlik, imleyişin yerine oturuşuyla yeni eserlere de kapı aralıyor, şevk veriyor, yenisi için tetikliyor. Kurgulanmış bir şiirin nişanı şüphesiz ki kurduğu imgeyle çok ilintilidir. Çünkü imgenin, kendi içinde sürekli bölünüp çoğalan, mevcut anlamından sıyrılıp kendini yeniden yaratan yapısı nedeniyle yolları her dem çatallaşıyor. Uzun soluklu imgeler bazı dönemlerde kabuk değiştirerek renk veriyor eserlere. İmgenin verdiği anlamı çözümleme girişimi bir labirentin içinde olduğunun hissini verir çoğu kez insana. Karşımızda sade ve yalın bir imge örgüsü yok. İmge başlı başına dolambaçlıdır. Kurmaca ile birlikte bu labirent genleştikçe genişleyen bir sahaya dönüşmesi anlama ulaşılmasını geciktiriyor. Basit bir düzlemde değerlendirme yapmak istersek; imgenin amacını açık etmek gibi bir zorunluluğu yoktur. İmlenen alanın, göstergesinin sonucu soyuttur, soyutlaşmayı getirir. Şairin imleyişi ve imgeleri mananın okurla baş başa kalmasını sağlar.
Ronak’ın sırtını yasladığı alanın imgeleri, dere tepe değil de bir ovada yürümeye benzetebiliriz. Şairin üslubunun ve yaklaşımının mesafeli olması bizi nötr bir alana götürüyor. Örneğin “Neynok/tırnak” şiiri buna bir örnektir: “çeksen olmuyor/çekmezsen bozuluyor/tırnakların altında/her şey hapis kalmış”. Ne kadar iki arada bir derede kalmış, işin içinde çıkamıyor gibi görünse de esasında şiir nötrdür. Bu nötr oluş şairin kendini savunması olarak da okunabilir. Şairin toplumcu yanını sessizce, göze sokmadan, abartmadan işliyor. Şiirlerin oluşturduğu anlam katmanları zaten bu görevi üstlenmiş. Kısa adımlarla uzun bir yolculuktur şairin pratiği. Toparlarsak Mizgîn’nın ele aldığı imgelerin kalıp ve bilindik olmasına rağmen imgeyi kendi sesiyle tekrar gün yüzüne çıkarışı, gücünü köklerinden aldığını ve saf bir kalkışmayla bunun üstesinden gediğini gösteriyor.